
11-04-2025 – Cuma Hutbesi – Egonun Esaretinden Tevazuya

Elhamdülillah (Tanrı’ya övgüler sunarız)
Ve eşhedu enla ilahe illa Allah (Ve tanıklık ederiz ki Tanrı’dan başka tanrı yoktur)
Kibir, tüm suçlarımızın veya hatalarımızın belki en çirkinidir. Bu en sevimsiz halimizin çok farklı formlarda ortaya çıkabileceğini müşahede etmiş olmalısınız. İnsan her konuda egoya kapılabilir. Onu farklı kıldığını düşündüren, fasulye gibi nimetten saydıran, bulunmaz Hint kumaşı, eşsiz bir kar tanesi olduğunu düşündürten şey her ne ise aslında kişinin felaketidir. Makul bir değerlendirme ile kesinlikle “öyle çok da sıra dışı olmayan” bir özelliğimiz, koltuklarımızı kabartan, yüce yaratıcımıza ve onun yarattıklarına karşı büyüklenmeye sebep olan bir hal verebilmektedir kişiye. İçten içe, adeta gerçek kişiye-ruha bile hissettirmeden kendini gösteren böbürlenmenin kaynağı olan o özellik, babamızın evinden getirdiğimiz bir şey yahut çok çalışıp kazandığımız veya parlak zekâmızdan ötürü elde ettiğimiz bir şey değildir. Yüce yaratıcımıza karşı kibirlenmemize sebep olan şey her ne ise yine Tanrı Teâlâ’nın bahşetmesi, bir lütfu ve ihsanından ibarettir. Şükredip minnettar olmak yerine, o nimeti verene karşı kibir vesilesi yapmak acınası bir nankörlük halidir.
[36:77] İnsanoğlu, kendisini ufacık bir damladan yarattığımızı görmez mi? Sonra ateşli bir hasıma dönüşür.
Küçücük bir damladan yaratılmış, sonra küçük bir et parçasına dönüşmüş, bir evreden öbür evreye geçmiş insan…
[71:14] O’dur sizi evreler halinde yaratmış Olan.
Annesi babası da dâhil olmak üzere varlığından kimsenin haberinin olmadığı,
[76:1] İnsanoğlunun sözü edilecek bir şey olmadığı bir zaman diliminin olduğu bir gerçek değil midir?
İşitme ve görme ve beyin ile nimetlendirilmiş
[76:2] Biz insanı, kendisini test etmek için iki ebeveynden, sıvı bir karışımdan yarattık. Böylece onu işiten ve gören yaptık.
[16:78] TANRI sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve size işitme, görme duyusu ve beyinler verdi ki minnettar olasınız.
Sonra bir bakmışsın ateşli bir hasım/düşman kesilmiş de büyükleniyor yüce yaratıcıya karşı… Hesap soruyor hesap vermek üzere yaratılmışken. Test etmeye kalkıyor test edilmek amacıyla gönderilmiş ve üstelik testi – seçim özgürlüğünü kendisi tercih ve kabul etmişken.
[100:6] İnsanoğlu Rabbine karşı nankördür.
Ne zaman bu ayeti okusam, onaylar tarzda kafaların öne ve arkaya sallandığını gördüm. Sübhanallah. Hemen bir sonraki ayetin tecellisini görüyoruz. Sizler de deneyebilirsiniz. Bu ayeti okuyun ve insanların beden dillerini kontrol edin. Sonra devam eden ayeti okuyun.
[100:7] Kendisi de bu gerçeğe tanıktır.
Gerçekten de böyledir. O halde, kibirlenmenin kötü, saçma ve anlamsız olduğunda uzlaşmış olduğumuzu kabul ederek konuyu zor bir yere getirmek istiyorum. Ancak öncelikle ve belki en az bu konu kadar önemli bir hususu hatırlatmak istiyorum. Her birimiz sadece kendimizden sorumluyuz. Bir başkasının kibrinden hesaba çekilmeyeceğiz. Öyleyse bir imanlı, bir başka imanlıyı egolu olmakla itham etmeden önce kendine bakmalıdır. Kendine baktıktan sonra itham etmeye devam edebilir anlamında söylemiyorum. Kendine baktıktan sonra yine kendine bakmaya devam etmelidir. Zira her birimiz sadece kendi eylemlerimizden sorumluyuz. Bir başkasının ego bekçiliğini yapmak üzere yaratılmadık. Bir imanlının, imanlı bir kardeşine “ sen ego yapıyorsun “ demesi kadar çirkin bir şey olabilir mi? Burada iki ihtimal karşımıza çıkıyor. Ya söyleyen kişi haklıdır ve o imanlı kardeşi “gümbürtüye” gitmektedir veya söyleyen kişi zanda bulunduğu için kendisi “gümbürtüye” gitmektedir. Söyleyen kesin bir bilgiye sahip olmadığı için her türlü gümbürtüye gitmektedir ve ayrıca az önce ifade ettiğim gibi kendisine verilmemiş bir “bekçilik” görevi, kendinden sorumlu olma halini unutup, bir başkasının egosunun peşine düşerek büyük bir hataya düşmektedir. Ego konusunda, kendi kendimizi hesaba çekmekten başka bir reçetemiz bulunmamaktadır. Sevdiğimiz bir imanlı kardeşimize hatırlatmada bulunmak kastı bile olsa, bir yargıda bulunmamalı, sonuca-kanaate varma şeklinde bir ifade dile getirilmemelidir. Şahsi kanaatim bir başkasının egosu ile hiç ilgilenmemeli ama illa ki konuşmak ihtiyacı duyuluyorsa da yargıya varmadan, hakkı tavsiye etme çizgisinden çıkılmamalıdır.
Ego konusunun geldiği zor nokta ise bunun fark edilmesi problemidir. Ego çeşitli görünümlerde tezahür edebilir. Yöneticilik egosu, erkeklik egosu, babalık egosu, Cuma hutbesi vermek, imamlık egosu, mesleki ego, boy, kilo, ten rengi, saç rengi vs fiziksel özelliklerle ilgili ego… Örnekler daha fazla sayılabilir. Hutbenin ikinci kısmında “ben bilirim” egosu üzerine konuşmak istiyorum. “Ben aklımı kullanıyorum” egosu. İkinci hutbeye geçmeden önce, yüce yaratıcımıza karşı nankör kesilmemize sebep olan tüm suçlarımızdan ve özellikle temelsiz bir şekilde kibirlenmemize sebep olan her şeyden tövbe edelim.
Tuubu ila Allah. Allah’a tövbe edelim.
Elhamdülillah (Tanrı’ya övgüler sunarız)
Ve eşhedu enla ilahe illa Allah (Ve tanıklık ederiz ki Tanrı’dan başka tanrı yoktur)
Akletmek, fikretmek yani tefekkür etmek, tezekkür etmek, tedebbür etmek gibi Arapça kökenli kelimelere karşılık olmak üzere, bir düşünme faaliyetini ifade eden tefekkür etmek kavramını sıklıkla kullanıyoruz. Kuran çalışmalarımızın vazgeçilmez kelimesi hatta bizzat kuran çalışmalarını meydana getiren fiil. Sıklıkla başka kelimelerle karıştırıldığını da görüyoruz. Mesela tevekkül, tefekkül gibi. Tebessüm vesilesi olması bir tarafa, aslında bu “tefekkür” kavramının, dini bir ıstılah olarak algılanıyor olmasını göstermesi bakımından bu karışıklığın bir anlam ifade ettiği kanaatindeyim. Şöyle ki, herhangi bir olgu, yabancı kökenli bir kelime ile ifade edildiğinde, sanki taşıdığı anlamın ötesinde başka bir mahiyete bürünmüş gibi bir algıya sebep oluyor. Bu durumu günlük hayatta, tıp dilini kullanan hekimlerle diyaloğumuzda tecrübe ediyoruz. “Böğrüm ağrıyor” diye ifade ettiğimiz şeyin Latince karşılığının daha “havalı” durmadığını söyleyemeyiz. Ancak maddi gerçeklik değişmiyor. Sonuç olarak “böğrümüz ağrıyor”. Latince de söylesek böğrümüz ağrıyor, hangi dilde söylersek söyleyelim. Bu çerçevede, tefekkür etmek kavramı da ne öyle çok fazla anlam yüklenmesi gereken uhrevi bir faaliyet, ne de yabana atılacak ciddiyetsiz bir iş olarak görülmemeli. O halde akıl yürütmek, fikretmek yani tefekkür etmek nasıl olmalı?
Tanrı’nın Karşı Konulmaz İşaretleri
[2:164] Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanların yararı için okyanusta akıp giden gemilerde, ölü toprağı diriltmek ve onda her çeşit canlıyı yaymak için TANRI’nın gökten indirdiği suda, rüzgârların yönlendirilmesinde ve gökyüzü ile yeryüzü arasına yerleştirilen bulutlarda anlayan insanlar için yeterli kanıtlar vardır.
Anlayan insanlar için yeterli kanıtların örnekseme yolu ile açıklandığı bu ayette, verilen örnekleri özetle sıralayalım.
- Göklerin ve yerin yaratılışı
- Gece ve gündüzün birbirini takip etmesi
- Gemilerin okyanusta gitmesi
- Gökten inen su ile topraktan meydana gelen canlılar
- Rüzgar hareketleri
- Bulutlar
Kuran, akletmek için yani tefekkür etmek için bizi bir yere yönlendiriyor. Bu altı başlığın her biri üzerine belki saatlerce düşünmek, okumak, araştırmak gerekiyor. [88:17] Neden develerin ve onların nasıl yaratıldıklarının üzerinde derinlemesine düşünmüyorlar?
Yine bir yere atıf, yönlendirme yapıldığını görüyoruz. Kuran böyle örneklerle doludur. Üzerine derinlemesine düşüneceğimiz çok şey vardır.
Hutbemizin konusunu aklın eleştirisine getirmek istemiyorum ve bununla birlikte “akıl dini değil nakil dinidir” söylemini taşlayarak gereksiz bir insan aklı yüceltmesine de girmek istemiyorum. Kuran’ın tam olarak bize çizdiği sınırlar içerisinde düşünme faaliyetinin mükemmel olduğunu ve hatta bir emir olduğunu ifade etmek istiyorum. O sınır, açık ve net bir şekilde ifade edilmelidir ki, Tanrı ve elçisinin kesin bir hükmü verdiği yerdir. Her şey üzerine tefekkür etmeli, tartışmalı, her türlü soruyu çekinmeden sormalı, yoldaşımızı ikna etmeli, içimizdeki tüm şüphe izlerini yok etmeli ve öldürmeliyiz. Bunu yaparken dikkat etmemiz gereken iki çok ama çok önemli şeyden birincisini ifade ettim. Ayetten de okuyalım inşallah.
[49:1] Ey iman edenler! Kendi fikrinizi TANRI’nın ve elçisininkinin üzerine geçirmeyin. TANRI’ya derin saygı duyun. TANRI İşitendir, Her Şeyi Bilendir.
Fikrimizin ve fikretmemizin ilk ve kesin sınırı budur. Tanrı ve elçinin fikri, “bu konuda senin fikrine katılmıyorum” denilebilecek bir fikir değildir. Bu sınırı dışsal sınır olarak ifade edecek olursak eğer, ikinci sınırımız ise hutbenin birinci kısmında değindiğim ego yani iç dünyamız ile ilgili olan içsel sınır olmalı. Nasıl bir içsel sınır? Fikrini putlaştırmama, fikrini yüceltmeme, her zaman “en doğrusunu Rabbim bilir” diyebilme sınırı. “Ben bilirim” en çok düşülen hatadır. Diğer tüm kibirlenme türleri gibi çirkindir ancak en çok takılıp düşülen ego, ben bilirim egosudur.
Tolstoy’a atfedilen bir söz şöyledir; “İnsanlara en adil şekilde dağıtılan nimet akıldır. Çünkü kimse aklından şikâyetçi değildir” Gerçekten de herkesin aklından memnun olması, kimsenin bir başkasının aklına ihtiyaç duymaması, bir ego göstergesinden başka bir şey değildir. Oysa yüce yaratıcımız, bizlere istişareyi emretmektedir.
İmanlıların Özellikleri
[42:37] Onlar büyük günahlardan ve ahlaksızlıktan kaçınırlar ve öfkelendikleri zaman bağışlarlar.
[42:38] İletişim Dualarını (Namazı) yerine getirerek Rablerine yanıt verirler. Onların işleri kendi aralarında istişarede bulunduktan sonra kararlaştırılır ve kendilerine sağladığımız rızıklardan (bağış) yaparlar.
Bir imanlı, bir diğer imanlının fikrine, istişaresine gitmek zorundadır. Burada bir tercih söz konusu değildir.
Açıkça kurana muhalefet eden, özellikle kendi yanlış, hatalı, sapkın fikirlerini kurana söyletme çirkinliğini adet edinmiş “kurancılarda” gördüğümüz bir söylem; “ben aklımı kullanıyorum”
Sevgili kardeşlerim, zekâ nimeti ile nimetlendirilmiş her bir insan zaten bunu yapıyor. Sizce de bu çok saçma değil mi? Taliban rejiminin savunucuları aklını kullanmıyor mu? Ortodokslar, Anglikanlar, Budistler aklını kullanmıyor mu? İşte bu “aklımı kullanıyorum kibri” o kadar çirkin ve o kadar kişiye içine düştüğü durumu fark ettirmeyen bir kibir ki, kimisine; hac ibadeti için tartışma konferansı- putperestlik dedirtiyor, kimisine kurandan bir komünist manifesto çıkarttırıyor, kimisine de İsa’ya baba bulduruyor. Ve hepsinde aynı söylem, ben aklımı kullanıyorum. Kesinlikle kullanmıyorlar sevgili kardeşlerim. Bizler, aklını kullanan ve bu şekilde yüce Rabbimizin emirlerine boyun eğen teslim olanlar olarak, düvenin rengini tartışmıyor, hangisi olduğu üzerine gereksiz sorular sormuyor ve Cuma günü, öğle vakti bir araya gelerek, iki adet hutbe okuyor ve iki rekât Cuma namazını yerine getiriyoruz. Buna muhalefet eden o aklını kullanan kişiler gibi akıl kullanmaktan, akıl putunun eline düşmekten yüce yaratıcımıza sığınıyoruz.
Aqimus salat – namazı kılalım.
Hutbe: Alper
Son yorumlar